Seçimin ardından bir süre beklemeyi tercih ettim çünkü yorumlarıma duygularım en az şekilde karışsın ve siyasilerden ilk değerlendirmeler yapılsın istedim.

Başlamadan söyleyeyim. Daralan özgürlük alanının genişlemesi, ekonominin en azından toparlanmaya başlayabilmesi, sistemin demokratikleşmesi ve sığınmacı politikasının tersine çevrilmesi gerektiğini düşündüğüm için bugün bunun da rahatlığıyla ifade etmek istiyorum ki başta Kılıçdaroğlu ve CHP olmak üzere seçimi kaybeden ve vatandaşı umutsuzluğa sevk eden muhalefetin bir muhasebe yapması ve seçmenine yenilginin hesabını vermesi gerekiyor.
Ortada kocaman bir yenilgi var. Hem parlamento çoğunluğunu hem de Cumhurbaşkanlığını alan iktidar, Türkiye’yi hiçbir denetim mekanizmasını çalıştırmadan dilediği gibi yönetmeye devam edecek. Kimi CHP’li yöneticilerin bunu bir yenilgi değil, “ucu ucuna kaybedilen ve o kadar da başarısız olunmayan” bir seçim sonucu olarak göstermeye çalışması, zaten bilinen seçim adaletsizliklerini yenilgiye bahane olarak göstermesi gerçekten komik oluyor ve partinin inandırıcılığını zedeliyor. CHP MYK üyelerinin istifasının muhalefet seçmenlerindeki hayal kırıklığını giderebileceğini düşünenler ise bence yanılıyor.
Ekrem İmamoğlu’nun siyasi yasak ve hapis talebiyle yargılandığı davada ceza almasından sonra Saraçhane’de ona destek için toplanan ciddi bir kalabalık mevcuttu. Kulislerde yasak kararı çıkacağı konuşulsa da Kılıçdaroğlu o gün “böyle bir kararı beklemediği” için Almanya’ya doğru yola çıkmıştı.
İmamoğlu’na destek için Saraçhane’ye gelen Meral Akşener ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminde hapse girmesini hatırlatmış, “Doğrudur, o şarkı orada bitmedi, bugün Meral Akşener olarak söz veriyorum, bu şarkı da burada bitmeyecek.” diyerek İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığına sıcak bakmıştı. Binlerce insan, tüm anketlerde “kazanacak aday” olarak görülen İmamoğlu için “Cumhurbaşkanı” sloganları atar olmuştu.
Ertesi gün yapılan Millet İttifakı mitinginde, Kılıçdaroğlu “16 milyon İstanbullunun”, Akşener ise “85 milyonun” İmamoğlu’nun yanında olduğunu söylemişti. Kılıçdaroğlu inatla İmamoğlu’nun belediye başkanlığı görevine devam edeceği mesajını veriyordu. 
Şayet tam bu noktadaki yorumum; Kılıçdaroğlu, kendisini öne çıkardığı adaylık sürecinin çok daha diplomatik bir karar mekanizmasıyla sonuçlanmasını istiyor. Bu tutum, İmamoğlu’na yaşatılan mağduriyetin siyasi bir rüzgâra dönüşmesini ve tarihin tekerrür etmesine engel oldukça başarısız olma ihtimali mevcut.
Seçim süreci boyunca Kılıçdaroğlu’nun sözlerinin Cumhur İttifakı seçmenlerinde inandırıcı bulunmadığını, çok seçim kaybetmiş ve yıpranmış olduğunu, başarısız bulunduğunu, ikna edilmeye müsait olası muhalefet seçmeninin genç milliyetçilerden oluştuğunu söyleyenler “Alevifobik” olmakla, “Beşli çeteye çalışmakla” suçlandı. Oysa insanlar Kılıçdaroğlu'nun Cumhur İttifakı seçmenlerini konsolide ettiğini ve Erdoğan’ı desteklemeye ittiğini, oysa İmamoğlu veya Yavaş’ın milliyetçi-muhafazakâr insanların desteğini kazanabileceğini ya da en azından Erdoğan’a destek verilmesinin önünü kapatabileceklerini anlatmaya çalışıyordu. 
Türkiye’de vatandaşların pek çoğunun siyasi tercihlerini liderlerle kurduğu ilişkilerle şekillendirdiği, İmamoğlu’nun kafasının üstünde sallandırılan yargı sopasının İmamoğlu’nun vatandaşta bulduğu karşılıkla ilişkili olduğu, Cumhur İttifakı liderlerinin açık açık Kılıçdaroğlu’nu aday olarak görmek istediklerini ifade etmeleri ciddi şekilde göz ardı edildi.
AKP’de siyaset yapan bir arkadaşım, seçim sonrası yaptığımız bir sohbette “Bizde anlatamayacağım şekilde bir telaş vardı fakat bizi tek sakinleştiren ve umut ettiren durum, milletin Kılıçdaroğlu’na oy vermeyeceği düşüncesiydi. Gerçekten vermediler ve bir seçimi daha geride bıraktık" şeklindeydi…
Geçtiğimiz şubat ayının ilk başlarında Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını istemeyen muhalif kamuoyunun baskısı ile karşılaşılmıştı. CHP Genel Merkezi’nin önüne elinde “Aday olma” yazan pankartlar tutan gençler gidiyordu. CHP Gençlik Kolları Başkanı Gençosman Killik, “Birilerinin eline pankart tutuşturup, genel merkeze gönderenler fazla şaşırmasın, sabrımızı taşırmasınlar.” mesajını paylaşıyordu.
Başlı başına bu mesaj, CHP’nin çağdaş bir sosyal demokrat parti olma yolundayken, üstelik karizmatik bir lideri de yokken AKP tarzı bir lider partisine dönüştüğünü, elinde pankartla dert anlatmaya çalışan bir genci dahi birilerinin piyonu olarak yaftalayan ve tehdit eden bir biat kültürüne teslim olduğunu gösteriyordu.
Tüm bunlar olurken 6 Şubat’ta Türkiye’yi acıya boğan depremleri yaşadık. Muhalefetin adayının kim olacağı tartışması haliyle bütün önemini kaybetti. İktidarın afet yönetimindeki zafiyetinin, geçmiş dönemlerdeki hatalarının, yardım koordinasyonlarının, acil ihtiyaçların tartışıldığı bir ay geçirdik. Hakkını yemeyeyim, Kılıçdaroğlu o dönem verdiği mesajlarla başarılı bir ana muhalefet liderliği yaptı.
Martın başında ise Kılıçdaroğlu’nun adaylığının dayatıldığı masadan Meral Akşener’in sert bir konuşmayla ayrılışını izledik. “Milletin İmamoğlu ve Yavaş’ı göreve çağırdığını” söyleyen Akşener, “Ya tarih olacağız, ya tarih yazacağız.” diyordu. Söz konusu kriz Akşener’in halkın büyük destek vermesi sebebiyle kazanacak adaylar olarak nitelediği Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın Cumhurbaşkanı yardımcısı adayları olarak bu kampanyanın içinde yer alması isteğiyle birlikte aşıldı. İYİ Parti, iktidarı değiştirme umudunu sürdürmek için kazanacağına az ihtimal verdiği bir adayı desteklemek durumunda kalmıştı.
Ve Kılıçdaroğlu’nun adaylığı Temel Karamollaoğlu tarafından ilan edildi. Kılıçdaroğlu, Millet İttifakı’nın İYİ Parti haricindeki diğer partilerinin adaylarına CHP listesine yer vererek Altılı Masa'dan adaylığı aldı. Bu ortak listenin muhalefete oy vermesi muhtemel “endişeli muhafazakarları” CHP’ye mecbur etmek anlamına geldiği, seçimin masa başı hesaplarla kazanılamayacağı dikkate alınmadı.  
Toplumsal muhalefet, tüm adaylık tartışmalarını geride bırakarak Kılıçdaroğlu’na destek verdi. Bunu sağlayan Kılıçdaroğlu’nun üstün liderlik becerisi değil, toplumsal muhalefeti oluşturan vatandaşların acil değişim isteği ve beklentisiydi. Ülkeleri için her gün her saniye endişelenen insanlar, yıllardır o günü beklemişti. Fakat Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını istemeyen insanların endişeleri seçimin sonucunda haklı çıktı. İktidar, bunca ekonomik sıkıntıya rağmen zaten yıllardır Kılıçdaroğlu’na karşı oy veren kendi tabanını, Kılıçdaroğlu’nun “her söylediği yalan olan başarısız biri” olduğu fikrine çok kolayca ikna edebildi.
Emek ve Özgürlük İttifakı’nın ilk turda aday çıkarmaması da Cumhur İttifakı’nın “milli beka” söyleminin milliyetçi-muhafazakâr seçmende Kılıçdaroğlu aleyhine konsolidasyon sağlamasını kolaylaştırdı.
Altılı Masa, onca emek vererek Türkiye’yi siyasi ve iktisadi olarak düze çıkarmanın yol haritasını, tüm bileşenlerin katkısı ve karşılıklı fedakarlıklarıyla hazırlamıştı fakat bunu toplumsallaştıramadı. Bunu, üstelik Erdoğan gibi kitlelerle gönül bağı kurabilen bir liderin karşısında sadece vatandaşlarla kuvvetli bağ kurabilen, dinamik bir lider toplumsallaştırabilirdi.
Kılıçdaroğlu bunu başaramadı. 2014’te Ekmeleddin İhsanoğlu ile Selahattin Demirtaş’ın, 2018’de Muharrem İnce, Meral Akşener, Temel Karamollaoğlu ve Selahattin Demirtaş’ın toplam oy oranını ancak ikinci turda yakalayabildi. Zaten yıllardır inatla Cumhurbaşkanı Erdoğan’a direnen toplumsal muhalefetin varlığının üstüne biraz olsun katkı koyamadı, sandığa gitmeyenleri çekemedi, Cumhur İttifakı cephesinden oy alamadı. Sadece toplumsal muhalefeti arkasında kenetleyebildi, o kadar. 
İYİ Parti, bu dayatmaya tam anlamıyla boyun eğmemek için olsa gerek, seçime kendi listesiyle gidi. Bu dayatma, seçimin sonucunda İYİ Parti’nin potansiyel oy oranının oldukça altında kalmasına neden oldu.
Önümüzde yerel seçim var. HDP, aday çıkarmamanın partiyi silikleştirdiğini, İYİ Parti CHP’nin dayatmacılığının partiye zarar verdiğini anladı. Millet İttifakı dağıldı. Bu şartlarda muhalefetin yerel seçimde 2019’daki başarısını tekrar etmesi zor bir ihtimal olarak gözüküyor.
Bana sorarsanız toplumsal muhalefetin üstündeki yenilmişlik psikolojisinin dağılabilmesi, geleceğe dair bir umudun insanların içinde yaşayabilmesi için Kılıçdaroğlu’nun istifa etmesi, yerini CHP’yi toplumsal muhalefetin kalbinin attığı bir öncü güce dönüştürebilecek, halkla birlikte siyaset yapabilecek ve bir sonraki seçimde kazanabilecek genç bir lidere bırakması gerekiyor.