BU ÜLKEDEN TARİH ‘YAZICI’ BİR VALİ ‘RECEP’ GEÇTİ 
Ali Yahya Öztürk'ün Kaleminden 

Trabzon Sürmene’de bir recep ayı… Köprübaşı’nda İbişoğulları’ndan müftü Mustafa ve Fatma Yazıcıoğlu çiftinin ilk çocukları dünyaya gelir. İçinde bulundukları mübarek aydan ötürü baba, ‘Recep olsun’ der oğlunun adına. Sene yine 1948. Sürmene ilçesi Köprübaşı. Aylardan yine Recep. Köyün diğer ucundaki yayla evinde Hasan ve Hatice Güneş’in bir kızı dünyaya gelir. Hasan Bey, köyün en zengin ağasıdır. Her şeyi vardır; ama bir oğlan çocuğudur gönlünden geçen. Pek belli etmez kimselere; velâkin “Karadeniz’de oğlan olmazsa bacalar tütmezmiş” sözü kulağındadır her daim. O gün atıyla yayla evine çıkarken önünü keserler ağanın: “Senin hanım yine kız doğurmuş.” “Hanım iyi mi?” diye sorar ağa. Önemli olan hanımıdır onun için. İyi olduğunu duyduğunda ferahlar içi. Yolunu kesenlere ise cevabı hazırdır: “Benim bir kızım bir de oğlum oldu. Oğlumun adı Recep. Kız kardeşim doğum yaptı. Kızımı kız kardeşime veririm. Böylece o da benim oğlum olur.” Hasan Ağa, o gün yayla evine gittiğinde aynı şeyi söyler hanımına da. Recep onun da oğludur artık; hep ‘oğlum’ diye sever onu. Böylece Recep ve Meryem’in hayat arkadaşlığı doğar doğmaz başlar bir nevi. Recep ve Meryem, dayı-hala çocuklarıdır. İlkokulu beraber okurlar Köprübaşı’nda. Babası, Meryem’i Recep’e emanet eder. Recep de kendi gözünden bile sakınır onu. Yakın bir de arkadaşları vardır; Adnan.. Gün gelecek Recep ile Adnan’ın kaderleri de birbirine benzeyecektir. Trabzon’dan çıkan iki önemli isim olacaklardır. Biri Maliye Bakanı, diğeri Vali…

BİR MÜHENDİS ÂŞIK OLDU KIZA, KAÇIRACAKLAR

Liseye gidinceye kadar göremez Meryem’i. Bir gün babasıyla çıkar gelir memlekete. İlk işi Meryem’i görmektir. Meryem’in babası ‘Oğlum geldi’ diyerek karşılar Recep’i. Meryem ise yüz vermez. Sonra Ankara Hukuk Fakültesi’ni kazanır. Memlekete gelemese de mektuplarını yollar Meryem’e. Lamı cimi yoktur, alacaktır Meryem’i. En sonunda ikna eder, son mektubunda ‘tamam’ der Meryem. Üniversite imtihanlarından gelemez Recep köye. Kardeşinin eline bir yüzük, bir de inci kolye tutuşturur. O Ankara’da, Meryem Trabzon’da ayrı ayrı nişanlanırlar. Dört sene birbirlerini göremezler. Recep son sınıftayken bir mektup alır baba dediği dayısından: “Bir mühendis âşık oldu kıza. Peşini bırakmıyor. Camiye bile gidemiyorum, kızı kaçıracaklar diye. Gel al kızı.” Hemen atlar otobüse, köye gelir Recep. Bir nikâh kıyılır, apar topar getirir Meryem’i ailesinin yanına. Gelinliği sevmediği için giydirmez Meryem’e. O da heves etmez zaten. Okulda çıkan boykotlar en çok onun işine yarar. Recep, Meryem’i görmek için yollarda geçirir bir seneyi.

SİSTEM DEĞİŞSE TÜRKİYE DEĞİŞECEKTİ

Yıl 1968. Çekingen, cılız, kimsenin yüzüne bakmadan konuşan Recep, maiyet memurudur (kaymakam vekili) artık. Görev yeri ise Aydın’dır. Altı ay boyunca ildeki bütün kurumlarda görev yapar. Mevzuatları inceler. Neler yapıldığını, müdürlerin nasıl çalıştığını, memur psikolojisini öğrenmeye çalışır. İlk iş, ilk deney, ilk görev her röportajında dile getireceği bir şeyi öğretir ona: “Bürokrasi hastalığı.” Halka karşı sert olmak, halka tepeden bakmak, işi yokuşa sürmek, vatandaşı engellemek, bugün git yarın gel anlayışı yani… Bürokrasi hastalığına karşı belki o zamanlarda bir nefret uyanır içinde. Ancak her zaman ‘Bu sistem değişmeli’ der. O dönemlerde yaptığı çıkışlarla farklı olacağının sinyallerini verir genç kaymakam vekili. Onun derdi sistemleydi. Hep bu sistem değişmeli derdi. Çünkü sistem değişirse, Türkiye değişecekti.” SİLAH ZORUYLA AÇTIRILAN YOL Kaymakam vekilliğinde tecrübesi artınca Ankara’ya kaymakamlık kursuna çağrılır. Başarıyla tamamladığı kurstan sonra nihayet kaymakamdır. İlk kaymakamlık deneyimini Rize Kalkandere’de edinir. 12 Mart Muhtırası o dönemde gerçekleşir. Ve sıkıyönetim ilan edilir ülkede. Türkiye genelinde yaşanan bu gerilimli havadan Kalkandere de nasibini alır. Çiçeği burnunda kaymakam da başına geleceklerden habersizdir: “Biz Kalkandere’ye gelmeden önce bir yol açılmış. Yol bir yere gelmiş, bir yerden sonra tıkalı. Halk yolun açılmasına, yaylalarından geçilmesine müsaade etmiyor. Kaymakam Bey de silah zoruyla yolu açtırdı.” *** O gün evden savaşa gider gibi çıkar kaymakam. Bir greyder, bir de gangster gibi cesaretli birini ister yanına. Bir taraftan ağaçlar, diğer taraftan mısırlar kesilir. Gürültüyü duyan halk koşar gelir. ‘Arazimiz gasp edildi’ diyerek bağırmaya başlar. Adamın biri bir kaya parçasını alarak üzerine yürür kaymakamın. Ancak cebinden çıkarttığı silahı dayar çenesine. Türkiye’de ilk kez bir yol silah zoruyla açılır. Ve kaymakam ilk kez yetişemez cuma namazına. BİZ HİÇ EL ETEK ÖPMEDİK Daha ilk kaymakamlığında politikacılarla çatışma yaşar ve tayini çıkarılır. Tayinin çıktığını öğrenip eve geldiğinde ise neden gönderildiğini şöyle anlatır eşine: “Hanım, biz hiçbir zaman el etek öpmedik, başımız dik, alnımız ak görev yaptık. Mükâfat olarak Adana-Bahçe’ye sürdüler.” Politikacılarla kavgası ilden ile sürükler onu. Sırasıyla Ağrı-Hamur, Çanakkale-Ayvacık, Hatay-Kırıkhan, Çorum-Alaca ve Bolu-Akçakoca’da kaymakamlık yapar. Ancak her gittiği yerde bir değişimi yaşatır.

TÜRKİYE’NİN EN GENÇ VALİSİ OLUR

30 yaşlarına gelmiştir artık. Gittiği çoğu ilçede yaptığı hizmetler Ankara’dan duyulup hükümetin dikkatini çeker. Akçakoca’da kaçakçılığın önüne geçmesi, pislikten geçilmeyen fırınların temizlenmesi derken hakkında anlatılanlar dönemin başbakanı Turgut Özal’a kadar ulaşır: “Başbakanlık müsteşarı Hasan Celal Güzel, Özal’a ‘Tam istediğiniz biri’ diye tanıtmış kaymakam beyi. Özal da “O zaman git çalışmalarını izle, bana haber ver” demiş. Güzel, Ankara’ya döndüğünde kaymakamın çalışmalarını heyecanla anlatır Başbakan’a. Özal’ın direktifi ile valiler kararnamesine alınır. Ancak dönemin cumhurbaşkanı Kenan Evren ‘yaşı küçük’ diyerek itiraz eder duruma. O’nun vali olması kararı Köşk’le krize neden olur. Aradaki buzlar ancak altı ay sonra erir. Sonunda 36 yaşındaki o Trabzonlu herif, Türkiye’nin ‘en genç valisi’ olarak Tokat’a tayin edilir.

DEVLET-MİLLET EL ELE

Gerisini eşi Meryem Hanım’dan dinliyoruz: “Tokat’a gittiğimizde köylerdeki çocuklar ahır gibi yerlerde okuyorlardı. Bunları izleyince hemen bir okul kampanyası başlattı. Devletten para gelmesini beklemezdi. Kısa sürede 3-4 bin derslik açıldı.” Tokat’ta görev yaptığı beş yılda ‘devlet-millet el ele’ sloganıyla okulsuz köy bırakmaz. Yaptığı her okulda bir vali gibi değil, şantiye şefi gibi çalışır. Bakanlığın ödediği küçük meblağ henüz yoldayken o çimentoyu, demiri, pahalanmasını beklemeden depoya aktarır. Önceleri tepki gösteren, çekinenler, sonraları onu takdir etmeye, kente can veren vali olarak anmaya başlar. Görev yaptığı yıllar Tokat’ın altın yılları olarak tanımlanır. Yaptıkları Devlet Planlama Teşkilatı’na model, üniversitelere ise doktora tezi olur.

TOKAT’IN DÖRDÜNCÜ MURAT’I, YILIN BÜROKRATI

dışı, efsane, süper vali isimlerinin arasına valiliği döneminde ‘Dördüncü Murat’ lakabı da eklenir. Resmî dairelerde belli saat ve yerler dışında sigara, çay ve kahve içmeyi, kahvehanelerde kâğıt ve okey oynamayı yasaklar. Bu yasak ve sınırlamaların yanında bir de bildiri yayımlar kentte. İçkili yerlerde kişi başına bir küçük şişe rakı veya üç şişeden fazla bira içilmeyeceğini duyurur. Bu nedenle Tokat’ta adı artık ‘Dördüncü Murat’tır O’nun. Ancak kendisine atfedilen bu lakap, diğer isimlerinin yanında onu pek hoşnut etmez.

CUMHURİYET DÖNEMİNDEN DAHA FAZLA OKUL YAPTIRDI

Tokat’ta kısa sürede yaptığı hizmetler yılın bürokratı unvanını kazanmasını sağlar. Evinin başköşesini süsleyen bu ödülün altında verilme nedeni olarak şöyle yazar: “Türkiye’nin en genç valisi olmasına karşın Tokat’ta döneminde yapılan ilkokul ve sağlık ocağı sayısının Cumhuriyet döneminden fazla olması!”

SÜRGÜNDEN EFSANE ÇIKTI

Tokat’ta uygulamaya koyduğu eğitim ve sağlık seferberliğini Aydın’da da devam ettirir süper vali. Aydın halkı alışık değildir böyle bir valiye. Yaptırmaya alışık oldukları istekleri, tayin talepleri ters tepince soluğu Ankara’da alır çoğu. Yeni Başbakan Mesut Yılmaz ise bu tepkilere bigâne kalmaz. İzmir veya İstanbul valisi olacağı kulaktan kulağa yayıldığı günlerde Erzincan’a gönderilir: “O gün ilk işi Özal’ı aramak oldu. ‘Üstsüzlere karşı bir hata mı yaptık da defterimizi dürdünüz?’ diye çıkışmıştı.” İki yıl görev yaptığı Aydın’dan Erzincan’a gider. Aslında Mesut Yılmaz istemeden de olsa ona bir iyilik yapmıştır. Yıllar sonra Erzincan’ı Erzincan yapacağı ve siyasete girmesi için politikacıların peşinden koşacağı bu ismi, kendince sürgüne göndermiştir. Ancak o Vali, sürgün yerinden efsane olmayı başararak çıkacaktır.


ERZİNCAN’I 8 AYDA AYAĞA KALDIRIR

Ancak daha görevinin ilk yıllarında Erzincan’da meydana gelen deprem, hem şehri hem de valinin hayallerini yerle bir eder. Gördüğü manzara karşısında o da kalır enkaz altında. Günlerce bir bisküvi ve çayla valilik binasında sabahlar. Erzincan’daki ilk sınavını depremle veren vali, şehri sekiz ayda ayağa kaldırır.

DEVLET 30 YIL YAPAMADI KÖPRÜ SEKİZ AYDA BİTTİ


Erzincan’da gerçekleştirmek istediği iki büyük hayali vardır valinin. Birisi yıllardır siyasilerin gelip gidip nutuk attığı, ancak 30 yıldır gerçekleştirmediği köprü. Diğeri ise Kemaliye ilçesini İç Anadolu’ya bağlayan, Ankara ile arasındaki mesafeyi 220 kilometre kısaltan Taşyol. Köprünün olmaması 23 köyün bağlantısının kopmasına, buralarda terör olaylarının artmasına yol açmıştı. Devlet köprünün yapımı için bir yıl önce 1 trilyon maliyet çıkarır valiye. Özel İdare, merkezden gelenler, yöre halkından toplanan para derken 300 milyara mal olur köprü. Hayatımın projesi dediği köprü ona yaşamının en anlamlı işi olarak ve dualarla geri döner.

POLİSTEN VALİ OLMAZ DEDİ DİYE…

O dönemler emniyet müdürlerinin vali olarak atanması biraz kızdırır Vali’yi. ‘Polisten vali olmaz’ diyerek tepkisini gösterir Ankara’ya. Ancak sert çıkışları Ankara’yı yine rahatsız eder: “Evde otururken gece 12 gibi bir telefon çaldı. Arayan gazetecilerden biriydi. ‘Sayın valim merkeze alınmışsınız’ dedi. O da ‘Biz zaten valiliği bitirdik, hayırlı olsun’ dedi. O Vali içinde bulunduğu ortama ve halkın sevgisine rağmen hiçbir zaman siyasete girmeyi düşünmez. Neden siyasete girmediğini soranlara ise cevabı hazırdır: “Ben tek başıma bir partiyim. Partinin yaptığı bir yanlış benim yanlışım anlamına gelir. Ben kaldıramam. Parti valisi de olmam, partici de.”

ATEŞ SADECE DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKMADI

2 Eylül 2003... Bir süredir çift görme rahatsızlığı yaşayan vali, Ankara’ya gidip muayene olmak için yola çıkar. Vali Bey’i taşıyan araç Ankara’ya 36 kilometre kala aşırı hızdan dolayı takla atarak duvara çarpar. Trafik raporuna göre de vali araçtan fırlamıştır. Karadeniz’in Trabzon’un has evladı valiye 55 yıldır taşıdığı yük, artık ağır gelir.. Beş gün kaldığı yoğun bakımdan çıkamaz. Sürmene’de başlayan hayatı Ankara yakınlarında son bulur. Bir recep ayında geldiği dünyaya, yine bir recep ayında 8 Eylül 2003’te veda eder.. Ateş düştüğü yeri yakar derler ama bu kez sadece düştüğü yeri yakmadı. Ruhun şad mekanın cennet olsun Vali Recep Yazıcıoğlu.


Ali Yahya Öztürk'ün Kaleminden 
karadenizdesonnokta
Muhabir: Yazar Silinmiş