Bir çocuk, bir kadın ya da bir köpek…Onları kim korumalı? Toplu ya da çevredekiler mi? Peki, asıl korunması gereken toplumun ta kendisi ise! O zaman devlet, kanun, yasa değil mi korumakla yükümlü olan? Kanunun caydırıcı olmadığı bir ülkede  suç kaçınılmaz bir gerçek olarak devam edecektir.
Geçtiğimiz günlerde İstanbul Sözleşmesinin gündeme gelmesinin asıl nedeni de bu. Sözleşmedeki ana hedefler belli. Kadınları her türlü şiddete karşı korumak, aile içi şiddeti önlemek, kadına karşı her türlü ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve onları güçlendirmek adına kadın ve erkek arasında eşitliği yaygınlaştırıcı politika geliştirmek, kadına karşı şiddet içeren faaliyetleri ve aile içi şiddeti ortadan kaldırmak amacıyla uluslararası işbirliğini yaygınlaştırıcı yaklaşımları faaliyete geçirmek.
Bu sözleşme İstanbul’da imzalanmış ve Türkiye ilk imzacı olmasından dolayı bu ismi almıştır. 2011 yılında da kabul edilmiştir. Ancak Mayıs ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘ın önüne feshedilmesi için bir dilekçe konularak bu sözleşme uygulanmamıştır. Peki sözleşmenin uygulanmamasının sonuçları nelerdir? Her güne yeni bir taciz, tecavüz, cinayet haberleri ile uyanmak, bu şiddetlerin normalleştirilmesi ve meşrulaştırılması çabaları, Ağrı’da kadının eşinin kardeşi tarafından tecavüze uğrayıp namus için eşi tarafından öldürülmesi, kadının “orada, o adamla, ne işi varmış “ tarzı tepkiler veren ülkeye, bireye birey olarak, insan olarak değer vermekten vazgeçen ülkeye, mecliste “ kadın cinayetleri araştırılsın, hayvan şiddetine yasa tasarısı hazırlansın” önergelerini reddeden ülkeye, suça odaklı olmayan, kurbana odaklı olan ülkeye, cinayete, tecavüz, tacizlerin  suçlusu olarak kurbanı gören ülkeye…
Peki toplumun tamamının korunması gereken ülkede devlet halen neyi beklemekte?
Handan Yılmaz