HASAN SUİÇMEZ DEVLET BAHÇELİ'YE  ''NE BU ŞİDDET BU CELAL''
Haber : Ömer Altıntaş  www.trabzonhaber24.com

 Trabzon MHP Milletvekili Adayı Hasan Suiçmez 1 Kası Seçimlerinden sonra Başarısızlığın faturasını kendisi hariç herkese kesen Genel Başkan Devlet Bahçeliye veryansın etti. Tarihçi Hasan Suiçmez Artık yeter Ülkücülere kabadayılık ve agavari bağırıp çağırarak orada duramazsınız gereğini yapın 

MHP MİLLETVEKİLİ ADAYI HASAN SUİÇMEZ 
Devlet Bey’i tanıyanlar bilir, sakin, yumuşak huylu, ağır başlı bir insandır. Devlet nezaketinden ve terbiyesinden dolayı, hatırlanacağı gibi, 1999 üçlü koalisyon döneminde devletin Başbakanı olduğu için Sayın Ecevit’in önünde çeketi iliksiz bir defa dahi görülmedi. Merak edip soranlara, hatta eleştiride bulunup onun esasında devlete olan bu saygısını “Bayburt gelinliği” tabiri ile eleştirenlere bile kızmayıp; devlet adamı olmanın ciddiyetiyle eleştirileri hoş karşılardı. O ismi gibi bir devlet adamıydı ve devleti yönetecekler için olgun bir örnekti.
Rahmetli Başbuğumuz Alpaslan Türkeş’in 1997 yılında “Rahmet’i Rahmana” kavuşmasından sonra geldiği sorumluluk makamında ne yapacağı ve nasıl yapacağı toplumca çokça merak edilen bir lider oldu. Koalisyon dönemi devlet yönetimi anlayışı, geleneksel lider anlayışlarından biraz farklıydı. Her şeyi haklı olarak “ulu-orta” konuşmak istemeyişi, camianın heyecanlarına cevap oluşturacak söylem ve eylemlerde çok yavaş davranması, hem toplumca yanlış anlaşılmasına ve hem de camianın bazı konularda üzülmesine sebep olmaktaydı. Öyle ki; yüzde yüz haklı olduğumuz “Artın Agopyan’ın” idamı konusunda bile, olayları ve gelişmeleri zamanında halkın anlayacağı bir dille anlatamadığı için millet faturayı MHP’ye kesti ve çok gereksiz olarak yapıldığına inandığımız ve de Sayın Genel Başkanımızın eseri olan 2002 seçimlerinde millet bizi barajın altında bıraktı.
Devam eden süreçte bizler Ülkücüler, Türk Milliyetçileri olarak şöyle düşünüyorduk; biz haklıyız, bizi yanlış anlatıyorlar, milleti kandırıp MHP’nin aleyhinde etkilemeye çalışıyorlar. Ancak buna rağmen biz doğru olduğuna inandığımız gerçekleri kendi aramızda birbirimize hak vermenin dışında milletimize anlatıp onları inandıramıyorduk!
Bütün bu gelişmelerin yanında; Rahmetli Başbuğumuzun toplanması için ömrünü verdiği ve Antalya da her yıl toplanmaya başlanan “Türk Dünyası” kurultayına MHP’nin bütçe ayırmayacağı genel merkezce ilan ediliyordu. Hepimiz şaşkındık ve ama yine de “liderimizin bir bildiği vardır” psikolojisi hepimizin beyninde etkili olmaya devam ediyordu. Arkasından her yıl büyük bir coşku ile yapılan Erciyes ülkücü kurultayının bazı suni gerekçeler gösterilerek iptal edildiğini şaşkınlıkla izledik. Camiamızı diri ve heyecanlı tutan, birbirimizle kaynaşmamızı sağlayan bu etkinliklerden vaz geçilmesine bir anlam veremiyorduk. Hatta koalisyon hukümeti kurulduğu zaman bu davanın yükünü çekmiş ve bedelini canları ile ödemiş ülküdaşlarımızın aileleri araştırılarak her aileden bir kişinin bize bağlı olan bakanlıklarda işe alınması için başlatılan çalışmalardan çok mutlu olmuştuk. Ancak yine sebebini hala anlayamadığımız bir gerekçeyle bu çalışma da aniden durdurulmuş ve hayallerimiz yıkılmıştı.
Bu da yetmiyor yine camiamızın sesi, nefesi olan ozanlarımızın partimiz ile ilişkileri sonlandırılıyor, programları eli sopalı fedailerce basılıp dağıtılıyordu! Ozanları haykırmayan bir davanın millete nasıl anlatılacağını hayıflanarak düşünüyorduk ama her defasında önümüze “lider” bağlılığı çıkıyor, öfkemizi sabrımızla perdeleyip bekliyorduk.
1980 öncesinin dünyanın en güçlü sivil toplum teşkilatı olan efsanevi “ülkü ocaklarımız” gençleri sokaktan alıyoruz bahanesiyle pasifleştirilip, bazı teşkilatlarına montajlanan olumsuz tavırlı yöneticilerin konumları gerekçe gösterilerek, gençliğimizin “hayat iksiri” olan ocaklarımız da göz göre göre işlevsiz hale getiriliyordu. Türk ve İslam gıdasını ocaklardan alamayan gençlik ne yazık ki; cemaatlerin ve tarikatların değirmenlerinde öğütülerek; kendi milletine ve davasına yabancı hale getiriliyordu!
Bütün bu olumsuz gelişmeler yaşanırken, bu konular ile ilgili en küçük bir fikir beyan eden, yöneticiler görevden hemen alınıyor, mensuplara ise “aba altından sopa” gösterilerek; güya liderin teşkilatlarına tam hâkim olduğu mesajı ile arkamız sıvazlanıyordu!
Hep beraber yaşadığımız 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinin öncesinde ve sonrasında Sayın liderimiz; hiçbir teşkilat başkanının görüş ve önerilerini almadan, diktatörlükle itham ettiği insanlara rahmet okutacak şekilde tekilci davranarak süreç öncesi ve sonrası eylem ve söylemleriyle tarih ve millet şahittir ki; sadece sarayın ateşine odun taşımıştır.
Sanki bütün bu gelişmelerden haberi yokmuş gibi, camiamızdan, yukarıda saydığım gelişmelerin sebebinin sorgulandığı eleştiriler yükselince, bu defa da Sayın Genel başkanımız hiç alışılmadık bir şekilde sert ve kaba üsluplarla kendisinin birinci derece de sorumlu olduğu hezimetten camiamızı sorumlu tutarak, hepimizi tehdit ve tahdit etmeyi vazife belliyor. Öyle ki; davamızı anlatmakla yükümlü olan ülkü ocaklarımızın genel başkanına da aynı tehditleri yaptırarak kendi bindiği dalı kesmeyi siyaset zannediyor.
Sayın Genel Başkanım, sizin kadar olmasa bile bu davaya yarım asır hizmet etmiş ve Trabzon dan iki kez milletvekili adaylığına layık gördüğünüz binlerce ülkücüden biriyim ve size sesleniyorum;
Siz bizim genel başkanımız olmaya hak kazandığınız kadar değerlisiniz; bilmezmisiniz ki; bu millet asla kabalıktan ve kabadayılıktan, dayatmadan, efelenmekten, bağırmaktan, hakaretten hoşlanmaz!
Ne siz, size asla yakıştıramadığımız bu tavrınızla ve ne de ülkücülere nara atmayı vazife zanneden ülkü ocakları genel başkanı; ülküdaşlarımızı inandıkları yoldan vaz geçiremez!
Korkarım, bizleri bunca anlatmamıza rağmen hala anlayamazsanız; her toplantınızda bu davanın çilekeş mensuplarına asık yüzünüzle hakaretler yağdırmaya devam ederseniz; ömrünü ve gönlünü bu davaya veren milyonlara terk ettirip viraneye çevirdiğiniz genel merkezimizde kalan “yalnız bir kişi” olarak yaşayacaksınız!
Sizi sükûnete davet ediyorum!
Ne bu şiddet bu celal!
Saygılarımla.