Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk 12 Eylül'de kadın örgütlerine yönelik "her kadın cinayeti bizim kadına yönelik şiddetteki kadın cinayeti değildir, her şüpheli ölüm de kadın cinayeti değildir" şeklinde bir konuşma yaptı ve de oldukça büyük tepki çekti. Bu sözler üzerine Kadın Örgütleri Selçuk'a "Muhalefet etmek yerine cinayetleri durdurun!" diyerek karşılık verdi.

Kadın Örgütlerinin Selçuk'a verdiği yanıt aslında Türkiye gerçeklerine parmak basmakta ve özellikle son yıllarda yaşanan bu gerçeği gözler önüne sermektedir. Ülke geneline bakıldığında en başta siyasiler olmak üzere karşı taraftan (kendilerine muhalif olan kesimden) gelen her türlü eleştiri, açıklama, proje veya fikir gibi olguları saldırı şeklinde algılamakta. Bunun sonucunda ise kimse kendi yaptığı ve yapacağı iyi ve doğru işleri gerektiği gibi savunamamakta ve kendi içinde bulunduğu münazara hissi ile çözüm üretememekte.

Geriye doğru baktığımızda kadın cinayetleri ile ilgili istatistikler 2009 yılından bu yana Adalet Bakanlığı tarafından paylaşılmamaktadır. Var olan sayılar zamanında göz korkutmuş ve Türkiye gerçeğini yansımıştı. Şimdi ise yine sayılar korkutmasın diye "yok efendim, her kadın ölümü, her intihar kadın cinayeti değildir" deniyor. 

Peki. O zaman biz de sayılar üzerinden giderek durumu o şekilde izahat edelim. Sayın Bakan, o halde her tecavüz ve istismar kadın cinayeti değildir ancak onlara yeryüzünde cehennemi yaşatmaktır. Özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesine bakıldığında genç kadınların fazlasıyla intihar haberlerini görüyoruz. Bu kadınların başlarına gelenlerin yanı sıra, aile ve toplum baskısı, devletin ve polisin yanlarında durmaması, en önemlisi de  şikayet etmeye korkar olmaları onların son çare olarak canlarına kıymayı seçmelerine sebep olmuyor mu? 

TÜİK verilerine bakılıp yola çıkıldığında Türkiye'de her gün 9 ile 10 kişinin kendi hayatını sonlandırdığını görmekteyiz. Bu veriler TÜİK ve bakanlıklar tarafından kategorilere ayrılmış şekilde; öğrenim başarısızlığı, ticari başarısızlık, hastalık, aile geçimsizliği, geçim zorluğu, hissi ilişki ve kendi istediği ile evlenmeme, bilinmeyen ve diğer. 2012 yılı bilinmeyen kategoriye bakıldığında intiharlar %53, 1 şeklinde. Yani Türkiye'de intihar sebeplerinin %53,1'i raporlanamıyor ve nedenleri belirsiz. Gerekçesi belirtilmeyen intiharlar 2018 yılında 1.555 olarak kaydedilmiş. Yine 2018 yılı intihar sebepleri başlığı altında bulunan ve diğer kategorisi ile gösterilen veri oranı %27 olarak mevcut. Kategoriler arasında ne bir istismar ne de tecavüz boyutu var. Hatta toplum baskısı ile ilgili bir içerik bulunmaması da ayrı bir problematik. 
Buna benzer tüm sorunlar elbette ki sadece Türkiye'de mevcut değil. Dünya genelinde bu sorunlar malesef ki kendini göstermeye devam ediyor. 
Ünlü psikanaliz ve nörolog Sigmund Freud tecavüz ve tacizin geldiği nokta olarak aile ortamını göstermişti. Bu görüşe uzun bir süre karşı çıkılmıştı ancak işin çok büyük boyutlara ulaşması ile Alman Tabipler Derneği konu üzerine özellikle 1980'lerde tartışma içeren dergilerde konuya ilişkin eleştirel yazılar yazmıştı. Bu tartışma ve yazılardan sonra yaş ortalaması 9 olan kız çocuklarının evlerinde baba ve ağabeyleri tarafından istismar edildikleri şeklinde acı bir gerçek ortaya çıkmıştı. 

Olay ve olguların hepsine bakıldığında şu sonuç ortaya çıkmakta; bir kadının hayatını sonlandırması için illa onu öldürmek gerekmiyor. Sadece cinayet verileri ile bu sonuca ulaşılamaz. Olay aslında sosyolojiktir ve oldukça da büyük bir süreci kapsamaktadır. Aile içi istismar, baskı ve cinayetlerin bu seviyelerde seyretmesine rağmen Aile Bakanlığı gerçekten halen neyin muhalefetini yapmaktadır?